2 Ağustos 2012 Perşembe

Ütopya




Başka bir ev, başka bir hayat, başka bir dünya mümkün. Aslında hipotetik olarak düşündüğümüzde mümkün olmayan ne vardır ki? Kaynak, iş gücü ve biriken bilgi üçlemesi var olduğu ve bu denklemi oluşturan her değişken kendi içinde genişlediği sürece imkanların limitleri de genişler. Bu ilerlemenin devamlı olması ve "mümkün olan"ın uzay gibi, sınırlarını sürekli genişletmesinden ötürü aslında sonsuz olduğu çıkarımına varabiliriz. Yani aslında dış etkenler çıkarıldığında matematiksel olarak her hangi bir şeyin gerçekleşme olasılığı bir diğeri ile eşittir. Yani her şey mümkündür. Ve mümkün olan'ların hudutu sadece hayallerle belirlenir. En ilkel ve düz şekilde yaptığım basit mantıksal çıkarımım bana "İnsanlık olarak dün ne hayal ettiysek bugün onu yaşıyoruz." dedirtiyor. Tamam kabul ediyorum her zaman hayal edilenler adına yapılanlar istenenin aksine, beklenmedik sonuçlar doğurabiliyor, zaten liberalizm bile özgürlük ve hak söylemlerini ağzına sakız ettiğinde bir ucunun kendi salt varlığına tehdit oluşturacağını öngörememişti, tıpkı Darwin'in Evrim Teorisini açıkladığında ırkçı birkaç kendini bilmez tarafından çalışmalarının kullanılıp bugün çeşitli dinci muhafazakarlarca suçlanacağını tasavvur edememesi gibi. Yine de insanlık tarihine şöyle bir göz gezdirdiğimizde, insani kalkınmayı; eşitlikçi, temel hak ve özgürlüklere dayanan, her türlü yaşamsal ihtiyaca ulaşımı sadece insan ya da canlı olmaya koşullandırmayıp var olmayı erdem kabul etmek olarak tanımlarsak, kaç arpa boyu ilerlemeden söz edebiliriz, bu arpa, ilerleme ve hesap kitap işlerinde hangi matematik teorisi pozitif değerde bir sonuç çıkarabilir bilemiyorum. O zaman nasıl hayaller kurdu anneannelerimiz, dedelerimiz diye sormadan edemiyorum. Bu kadar mı hayali kıt, rüyası kara nesillerin çocuklarıyız? İnsanlığın her şeyin en başında bile bembeyaz bir sayfası olmasa dahi bu kadar kirlenmesine sebep olacak denli mi çok olumsuz etken vardı da hayallerinin hiç etkisi olmadı biraz daha beyaza yakın grileşmeye yetecek kadar?

Kafamı kurcalayan şu: Eğer insanlık içinde türsel olarak saf kötüyü barındırmıyorsa, yani "..bir de Gargamel vardı, O kötüydü." gibi bir kötü oluş hali yoksa sadece kötü olmak için varlığını sürdüren, o zaman dünya üzerinde gördüğümüz, duyduğumuz ya da varlığından haberdar bile olamadığımız nice kötülük tesadüften mi peydahlandı bir takım etkileşimlerin istenmeyen hatta tahmin edilemeyen sonuçlarından? Kafalar karışırken, "sanırım öyle oldu" deyiveriyorsanız, ben de şöyle feryad ediverebilirim: "Yani o zaman şunu da diyorsunuz: öyle ki bu kadar güzel şey hayalededururken, bunlar gerçekleşemeyip birkaç kendini bilmez yanlış girişimden türeyen kötülük mü hakim oluverdi hayatımıza?" Buna mı inanmak gerekiyor? Nasıl bir virüstür ki en başında mümkün olanlar arasında güzel şeyler hayal etme oranı daha büyük bir olasılıkken, yaşantıda gerçekleşip vücut bulan mümkünler kötülükler oluyor? Olasılıkta şans tartışmaları gibi.. Bilime şanstan daha çok inanıyorum, bu yüzden insanların hayal ettiklerine olan inancım daha zayıf.. Evet hayallerimiz hayatlarımıza, dünyamıza direk yansıyamıyor çomak olan bir çok etmen yüzünden ama hani derler ya temiz yüzlü insanlara "kalbi yüzüne yansımış" diye işte o hesap bizim insanlık.. Dünya insanlığın yüzü, ve insanlığın kalbi hiç güzel değil.. Ama hala diyorum, inanmak istiyorum: Başka bir dünya mümkün, hayallerimizi ütopyadan, kalbimizi hayallerimizden uzak tutmadığımız sürece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder