30 Kasım 2012 Cuma

Anlayamamak ve reddetme ile gelen ötekileştirme

Tecavüzcü bir kocayı, dayakçı bir ağabeyi, istismarcı ve şiddet odaklı bir babayı sevmek. Kızgın olmamak, affetmek ve sevmeye devam etmek. 

Yaşanan travmalardan sonra kızgın kalmak, suçluluk hissetmek karşındakine karşı nefret ve öfke beslemenin zihinsel ya da ruhsal çöküntülerin iyileşmesi önünde engel olacağı muhtemel. En azından yaşanılanları kabullenmek ve hayata devam etmek adına bu zorlu sürecin atlatılmasında önemli bir rampa oluşturacağını öngörebiliriz. Fakat anlamakta zorlandığım, bu süreçte zihni rahatlatmak için yaşanılan travma sebeplerinin kabullenilmesi sırasında bu olayların normalleştirilmesi ve sebep olanların mazur görülmeye başlanması. Olan ile ölene çare yoktur, çokça duyarız bunu, birazcık da kadercilik oyunlarına katma çabasıyla. Ve fakat bir o kadar da tehlikelidir, yaşanılanlar kabullenilmelidir çünkü değiştirilemezdir ama bu yaşanılanları adil ve kabul edilebilir kılmamalıdır. Kabullenmek ile kabul edilebilir olma arasında bıçak sırtı gibi bir ayrım vardır ve biz çoğu zaman bu ayrımda yanlış tarafa düşüyoruz, düşürülüyoruz. Yönlendirmeler ve sadece kamera objektifinin gösterdiği gerçekler ve istekler doğrultusunda hissetmeye başlıyorsa insanlar ve o şekilde doğrularına, kaderlerine (!), arzularına sahip oluyorsa hayatlarının; o noktada çaresizlikle tiksiniyorum zihniyetlerinden. Bir yandan zavallılıklarına üzülüyorum, gerçekten mahkumiyetlerinden ve içine düştükleri çıkmazlardan üstlerine yapışmış bir zavallılıktır bu. Diğer yandan durdurulamaz bir isyanla itiyorum onları kendi bataklıklarına, nasıl sahiplendiklerini görünce kendilerine yapılan zulümleri. Kabullenme mekanizmaları da yaşadıkları hayatlar gibi hastalıklı ve bu hastalıkla yeni nesiller yetiştirmelerini yadsıyorum ve hala onlar diyerek ötekileştiriyorum. Kendime kızıyorum bir yandan elitist düşüncelerime, tependen bakan gözlerime, ama başka bir zavallılıkla da ben gerçekten anlayamıyorum. Tecavüzcü kocasını seven kadını, dayakçı ağabeyine candan bağlı kız kardeşi, istismarcı olan ve her fırsatta fiziksel ve ruhsal şiddet uygulayan babaya olan sevgi ve saygıyı..

Anlamak istemiyorum, çünkü anladığım zaman kabul edilebilir kılmış olacağım. O yüzden kabul edilebilir olmayan şeyleri, yok saymak değil ama varlığını göz önüne sererken, travmaları yaşayanları, yaşatanlar önünde aciz göstermek yerine güçlü göstermeli ve mağduriyetlerini mahkumiyetleri değil, içine sürüldükleri kabulleri geri püskürten volkanlar olarak görmeliyiz. Başına geleni kabullenirken bunun uğruna savaş verilmesi gereken kabul edilemez bir durum olduğunu anlatmak gerekiyor belki de.

Not: T24'te ilgili haber

25 Kasım 2012 Pazar

Kalem






Aynı kalemin farklı türevleri..


İnsan sırtında biriktirdiği yüklerle yaşar. Belki farkında olarak sorumluluk adlettikleridir bu davetsiz misafirler, belki de bilinçsizce içine işlenenler ya da istemeden mahkumiyeti haline gelen taşlardır eteğinden dökmek için sabırsızlandığı. Öyle ya da böyle hafiften kamburunu çıkarır insanın manevi yükümlülükler. Yürürken kendi ağırlığı yetmezmiş gibi, kafasından boynuna kadar inenleri omuzlar ve her adımda "ha gayret". Ana rahmine düştüğünde bomboş değil miydi zihni, ne zaman bu kadar değer- değmez öğrendi ki kendini bir yerlere yakıştırdı sonra da üstlendi tanımlarını? Tek ihtiyacı olan parçası olduğu doğayla bütünleşmek, güzele, iyiye dahil olmak değil miydi?