16 Temmuz 2013 Salı

düşünce, dönence gibi bir şey..

Hayat mı gerçekten acımasız yoksa, hayatı acımasız hale getiren insanlar mı?




Hayat acımasız demek sanırım insanların yaşanılanları kabullenmesini kolaylaştırıyor. Bir nevi" blame it on somebody else" sendromu diyebiliriz sanki. Çünkü yaşanılan kötü olaylara, maruz kalınan haksızlıklara karşı durmak, o dirayeti göstermek çok daha yorucu ve zor geliyor olmalı. Nihayetinde baş edilmesi gereken istenmeyen bir durum varken bir de bunun haksızlığı üzerine savaş vermek zorunda kalmak, iki farklı içselleştirme ve kabul sürecini getirecektir. Tabii ki asla bu kadarla kalmayacak zaten demokrasi, eşitlik ve haklar konusunda duyarsız bir toplum dahası devletle varlığınızı sürdürüyorsanız karşılaşacağınız toplumsal ve bürokratik baskının, yıldırıcı bir tepkiye evrilmesi çok olası.  Hal böyle olunca pratikte yaşadığınız travmayı daha da sündürecek süreçlerden uzak durmayı tercih etmek çok da anlaşılabilir bir davranış.

Bu durumun can sıkıcı aşamaya gelmesi tamamen insan eliyle ya da dolayı ile meydana gelen tüm kaza, hak ihlalleri gibi olayların kendiliğindenmişcesine kötü talih, kader gibi çoğu inanca dayalı bahanelere dayandırılıp, meşrulaştırılması. Belki meşrulaştırmak çok doğru seçilmiş bir kelime olmayabilir, sonuçta anlatmaya çalıştığım durumların her ne kadar yasal boyutu olsa da kanunlar önünde masumlaştırılması değil, tamamen algısal boyutta sorgulanmasının önüne çekilmiş kalıplaşmış setleri oluşturmalarıdır. Kaldı ki sosyal algı dediğimiz şeyin ne kadar güçlü ve yıkılması zor olduğunu bizim toplumumuzda sıkça görebiliyoruz. Çoğu zaman yasaların bir kitaptan öteye gidemediği bir noktaya geliyoruz.

İşte ondan canım sıkılıyor, yasalar tüm eksiklikleriyle birlikte bile sosyal algının bir ürünü olmadığı sürece, sosyal algı belli sorgulamaların süzgecinden geçmediğinde uygulamada istenen başarıyı elde etmek pek mümkün gözükmüyor. Bu durumu istersek aydınlanma dönemine bağlayalım, istersek sınıf bilincine temelde gerekli olan şey sorgulama ve düşüncedir.

Kabul edemiyorum.. Evet hayatta her şeyi kontrol edemeyiz ve zaten kontrol etmeye çalışmak da insanı yıpratmaktan başka hiçbir şeye neden olmuyor. Büyük bir ama ile devam etmek istiyorum.. Doğanın ve evrenin işleyişinden kaynaklanan olaylar dışında, kaldı ki doğanın işleyişi artık kendi döngüsü dışında daha çok insanın neden olduklarından ibaret ve neyseki henüz evreni etkileyecek kadar saçmalayamadı insanevladı, her şey "insan" yüzünden olurken hiçbir şey kader, kısmet, kaza değil bu dünyada.. Yaşanan hiçbir şey kötü talih ve şanssızlık değil.. Hepsinin bir alt yapısı var. Evet bireysel olarak kontrol sahibi değiliz belki ama algısal olarak kontrol edilebilir hale getirebiliriz.. İlahi adalete sığınıp, bugün kanlı canlı istemen gereken adaleti hiçe saymadan, düşünelim.. birazcık kafa yoralım.. Bu kadar zor olmamalı.

İlahi adaleti verecek olan varsa versin, ben hemen şimdi adalet istiyorum çünkü öldükten sonra gelen adaletin ölenlere faydası olmadığı gibi yaşayanlara da yok..

15 Mart 2013 Cuma

çizgiler..

Farkında olmadan hep zamana gelip duruyorum. Zamanın büyüsüne, anlaşılmazlığına. Beyin algısındaki zaman kavramına. 




Doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız her an beynimizin bir kenarında izini bırakırken hatırlananlar o izlerin belki de nedenlerini bile barındırmıyor. Bazen geçmişi hatta dün yediğim yemeği bile hatırlarken bulanık bir rüya gibi canlandırabiliyorum kafamda. O kadar gerçek ama aslında bir o kadar da yanılsama tadında. Gerçekten dün onları yaşadık mı, o filmi izledik mi? Sevgiliye o öpücüğü verdik mi? Yaptıklarımızdan, yaşadıklarımızdan, aldığımız nefesten eminiz, peki neden o zaman geçen her dakikayla birlikte tüm o yaşanan zamanlar geçtiği andan itibaren silikleşiyor? Gelecek kadar belirsiz oluyor bir yerden sonra. Somut izler olmasa yaptıklarımıza dair, hepsinin bir kurmaca, beynin benliğe oynadığı bir oyun olduğundan şüphe edebilirdim. İşte böyle anlarda sadece yaşanan anın gerçekliğine, o an aldığım havanın gerçekliğinin söz konusu olduğuna inanıyorum. Sadece şimdiyi yaşıyoruz da akan zaman içinde geçmiş dediklerimiz beynimizin kimyasal etkileşimleriyle kodladığımız belli görüntüleri oluşturuyor, bazen ses dalgalarını bazense kokuları..

Hala varlığımın dual mi yoksa tek bir öz olarak mı vukuu bulduğu konusunda bir karara varabilmiş değilim. Bu çıkarıma varabileceğim sistematik bir sorgulama yöntemim de yok. Yine de her nasıl var oluyorsam, geçen yıllar içerisinde düşünsel yanımın özünde aynı kalsa da yaşadıklarımla değiştiğini görebiliyorum. Bu bir kümülatif gelişme midir? Olmak zorunda değil, bu değişimin her zaman olumlu bir ilerleme olarak adlandırmanın çok doğru olacağını düşünmüyorum. Elbette olumlu yönde bir iyileşme olabilir ama bu yaşanmışlığın özde salt ilerleme getireceği anlamını taşımak zorunda değil. Bunu genel olarak fiziksel vücut gelişimiyle paralel gören genel kabul büyümek olarak nitelendirse de büyüme ve bedensel gelişimin aksine düşünsel ve manevi gelişimin büyüdükçe köreldiğini görmek daha olası. Küçük Prensi anmadan geçemeyeceğim. Benim de o düşünsel, benliğim, ben olan kısmımın genelde hep aynı kaldığını hatta gelişen bedenime büyüme ve ilerleme açılarından yetişmekte büyük zorluk çektiğini söyleyebilirim. Bedenim yıllarla birlikte yaşlanmaya bile başlamışken, hala 20 sene önceki düşüncelerimi, hislerimi duyumsuyorum ve bu kadar yılın bu kadar çabuk geçtiğine inanmak istemiyorum. Evet yaşlanmaktan korkuyorum, buruşmak hala çok ürkütüyor düşünce olarak ama onun yanında her neden geldiysem bu dünyaya o amacı hala bulamamış olmaktan ötürü çok büyük bir rahatsızlık hissediyorum. Var oluşumu açıklamaktan aciz olduğum için kendimce anlamlı bulduğum tek açıklama bir misyonumun olması gerektiği.. Öyle ya mutlaka bir sebebi olmalı, öylesine yaşamış ve ölmüş olmamalıyım, tıpkı tüm büyük egolu küçük insanlar gibi.

İnsanın bilmeye dair açlığı kontrol etme hırsından geliyorsa hiç şaşırmam. Böyle bir sistemin ve anlayışın içine doğmuş olmamdan payımı alarak bu kutsal var oluşumu yine kutsal bir varoluş sebebine bağlama ihtiyacımı doyuramadığım için tüm kavgam zamanla.. Şeytan ve Tanrı arasındaki saçma egosal bir kavganın piyonu olamayacak kadar değerliyim, mantıklıyım, bilimselim ama gelin görün ki kendi egosunun ölümle olan düellosunda çaresizce çırpınışında cahil cesaretine sahip olacak kadar da acizim.. 

Zaman..