15 Mart 2013 Cuma

çizgiler..

Farkında olmadan hep zamana gelip duruyorum. Zamanın büyüsüne, anlaşılmazlığına. Beyin algısındaki zaman kavramına. 




Doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız her an beynimizin bir kenarında izini bırakırken hatırlananlar o izlerin belki de nedenlerini bile barındırmıyor. Bazen geçmişi hatta dün yediğim yemeği bile hatırlarken bulanık bir rüya gibi canlandırabiliyorum kafamda. O kadar gerçek ama aslında bir o kadar da yanılsama tadında. Gerçekten dün onları yaşadık mı, o filmi izledik mi? Sevgiliye o öpücüğü verdik mi? Yaptıklarımızdan, yaşadıklarımızdan, aldığımız nefesten eminiz, peki neden o zaman geçen her dakikayla birlikte tüm o yaşanan zamanlar geçtiği andan itibaren silikleşiyor? Gelecek kadar belirsiz oluyor bir yerden sonra. Somut izler olmasa yaptıklarımıza dair, hepsinin bir kurmaca, beynin benliğe oynadığı bir oyun olduğundan şüphe edebilirdim. İşte böyle anlarda sadece yaşanan anın gerçekliğine, o an aldığım havanın gerçekliğinin söz konusu olduğuna inanıyorum. Sadece şimdiyi yaşıyoruz da akan zaman içinde geçmiş dediklerimiz beynimizin kimyasal etkileşimleriyle kodladığımız belli görüntüleri oluşturuyor, bazen ses dalgalarını bazense kokuları..

Hala varlığımın dual mi yoksa tek bir öz olarak mı vukuu bulduğu konusunda bir karara varabilmiş değilim. Bu çıkarıma varabileceğim sistematik bir sorgulama yöntemim de yok. Yine de her nasıl var oluyorsam, geçen yıllar içerisinde düşünsel yanımın özünde aynı kalsa da yaşadıklarımla değiştiğini görebiliyorum. Bu bir kümülatif gelişme midir? Olmak zorunda değil, bu değişimin her zaman olumlu bir ilerleme olarak adlandırmanın çok doğru olacağını düşünmüyorum. Elbette olumlu yönde bir iyileşme olabilir ama bu yaşanmışlığın özde salt ilerleme getireceği anlamını taşımak zorunda değil. Bunu genel olarak fiziksel vücut gelişimiyle paralel gören genel kabul büyümek olarak nitelendirse de büyüme ve bedensel gelişimin aksine düşünsel ve manevi gelişimin büyüdükçe köreldiğini görmek daha olası. Küçük Prensi anmadan geçemeyeceğim. Benim de o düşünsel, benliğim, ben olan kısmımın genelde hep aynı kaldığını hatta gelişen bedenime büyüme ve ilerleme açılarından yetişmekte büyük zorluk çektiğini söyleyebilirim. Bedenim yıllarla birlikte yaşlanmaya bile başlamışken, hala 20 sene önceki düşüncelerimi, hislerimi duyumsuyorum ve bu kadar yılın bu kadar çabuk geçtiğine inanmak istemiyorum. Evet yaşlanmaktan korkuyorum, buruşmak hala çok ürkütüyor düşünce olarak ama onun yanında her neden geldiysem bu dünyaya o amacı hala bulamamış olmaktan ötürü çok büyük bir rahatsızlık hissediyorum. Var oluşumu açıklamaktan aciz olduğum için kendimce anlamlı bulduğum tek açıklama bir misyonumun olması gerektiği.. Öyle ya mutlaka bir sebebi olmalı, öylesine yaşamış ve ölmüş olmamalıyım, tıpkı tüm büyük egolu küçük insanlar gibi.

İnsanın bilmeye dair açlığı kontrol etme hırsından geliyorsa hiç şaşırmam. Böyle bir sistemin ve anlayışın içine doğmuş olmamdan payımı alarak bu kutsal var oluşumu yine kutsal bir varoluş sebebine bağlama ihtiyacımı doyuramadığım için tüm kavgam zamanla.. Şeytan ve Tanrı arasındaki saçma egosal bir kavganın piyonu olamayacak kadar değerliyim, mantıklıyım, bilimselim ama gelin görün ki kendi egosunun ölümle olan düellosunda çaresizce çırpınışında cahil cesaretine sahip olacak kadar da acizim.. 

Zaman..